| Ihr schlagt bloß die Zeit tot! |
Sadece zaman öldürüyorsunuz! |
 |
| Ich gebe Ihnen bis morgen Zeit. |
Size yarına kadar müddet veriyorum. |
|
| Nimm dir Zeit, um zu träumen; das ist der Weg zu den Sternen. |
Hayal kurmak için zaman ayırın; bu, yükselişe giden bir yoldur. |
|
| Ich habe jetzt Zeit, um zu schreiben. Und du? |
Şimdi yazabilirim zamanım var. Ya senin? |
|
| Ich habe jetzt Zeit, um zu telefonieren. Und du? |
Şimdi telefonlaşmak için zamanım var. Ya senin? |
|
| Niemand kann die Zeit zurückstellen. |
Kimse zamanı geriye alamaz. |
|
| Ich habe keine Zeit, um das Essen zu machen. |
Yemek yapacak vaktim yok. |
|
| Tut mir leid, dass ich zu dieser Zeit anrufe. |
Bu saatte aradığım için üzgünüm. |
|
| Beeilen wir uns, damit wir keine Zeit verlieren. |
Zamanı boşa harcamamak için acele edelim. |
|
| Ich denke, es ist Zeit, dass ich Kontakt zu ihr aufnehme. |
Sanırım onunla bağlantı kurmamın zamanıdır. |
|
| Ich glaube, es ist Zeit für mich, den Fernseher auszumachen. |
Sanırım TV'i kapatmamın zamanıdır. |
|
| Er wird morgen zu dieser Zeit mit ihr das Abendessen essen. |
Yarın bu vakitte onunla akşam yemeği yiyor olacak. |
|
| Er verbringt jeden Sonntag Zeit mit seiner Großmutter. |
O, her Pazar büyük annesi ile zaman geçirir. |
|
| Ich fürchte, Ihre Zeit zu sehr in Anspruch zu nehmen. |
Çok fazla vaktinizi almaktan korkuyorum. |
|
| Das alles weiß man schon seit langer Zeit. |
Bütün bunlar uzun süredir biliniyor. |
|
| Du solltest Zeit mit deiner Tochter verbringen und dich mit ihr unterhalten. |
Kızınla vakit geçirip sohbet etmelisin. |
|
| Es wird etwas Zeit brauchen, diesen Code zu knacken. |
Bu şifreyi kırmak biraz zaman alacak. |
|
| Tom wollte immer schon den Fujiama besteigen. Aber bislang hatte er nicht die Zeit dafür gefunden. |
Tom her zaman Fuji Dağı'na çıkmak istemişti fakat şimdiye kadar, bunu yapmak için zaman bulamamıştı. |
|
