| Lassen Sie mich mit Tom sprechen. |
Tom'la konuşayım. |
 |
| Tom, das kannst du dir nicht entgehen lassen. |
Tom, bu fırsatı kaçıramazsın. |
|
| Sie hat ihn gebeten, sie nicht alleine zu lassen. |
Ona onu yalnız bırakmamasını rica etti. |
|
| Ich haben meinen Ohrring fallen lassen. |
Küpemi düşürdüm. |
|
| Heute hast du nichts von dir hören lassen. |
Bugün hiç sesin soluğun çıkmadı. |
|
| Man kann Nudeln in einem Sieb abtropfen lassen. |
Makarna bir süzgeç ile süzülebilir. |
|
| Ich denke, wir sollten trotzdem eine Computertomographie machen lassen. |
Yine de tomografi çektirmeliyiz diye düşünüyorum. |
|
| Vergossene Flüssigkeiten lassen sich mit Küchenpapier bequem abwischen. |
Dökülen bir sıvıyı kağıt havlu ile rahatça silebilirsiniz. |
|
| Alle Veränderungen, sogar die meistersehnten, haben ihre Melancholie. Denn was wir hinter uns lassen, ist ein Teil unseres selbst. Wir müssen einem Leben Lebewohl sagen, bevor wir in ein anderes eintreten können. |
Bütün değişiklikler, hatta nadiren olanlar dahi, hüzne sebep olur. Çünkü geride bıraktığımız her şeyde bir parçamız vardır. Yeni bir başlangıç yapmadan önce, öncekilerle vedalaşmamız gerekir. |
|
| Sie aß einen Apfel. |
Elma yedi. |
|
| Hmm, einen Augenblick. |
Hımm, bir dakika. |
|
| Tom hatte einen Gedanken. |
Tom'un bir düşüncesi vardı. |
|
| Sie hat ihn einen Dummkopf genannt. |
Ona bir aptal dedi. |
|
| Es tut weh, einen Traum zu begraben. |
Bir rüyayı gömmek acı verir. |
|
| Haben Sie wohl einen Stadtplan? |
Bir şehir planı var mı acaba? |
|
| Sie hatte einen weißen Schal um. |
Üzerine beyaz bir şal aldı. |
|
| Ich kenne einen Briten namens Tom. |
Tom adında bir İngiliz tanıyorum. |
|
| Dir auch einen schönen Urlaub! |
Sana da iyi tatiller! |
|
| Es macht einen kleinen Unterschied. |
O, küçük bir fark yaratır. |
|
| Sie hat einen wunderschönen Pullover gehäkelt. |
Harika bir kazak ördü. |
|
